13 Haziran 2019 Perşembe

Yaratıcılığınız mı gelişsin istiyorsunuz, durmayın hayal edin...

Hayaller deyince aklıma Walt Disney'in çok sevdiğim bol motivasyon içeren şu sözü gelir: "Eğer hayal edebildiğin bir şeyse yapabilirsin, onların peşinden gidebilecek cesaretin varsa bütün rüyaların gerçek olabilir".

İnsan beyninin en muhteşem özelliği bana göre hayal etme yeteneği...Var olmayanı hayal etmek, var olanı dönüştürmek, değiştirmek, geliştirmek...

Düşünsenize şu an kullandığımız araç gereç, teknoloji, yediğimiz, giydiğimiz her şey hatta belki mesleğimiz bile bir zamanlar birinin hayaliydi.

Senin hayallerinin sahibi kim?

Dünya bugün, herkesin moda olanı takip ettiği, orjinal olmak yerine taklit ettiği, herkeste olan standardın güzel kabul edildiği, benzeşen fikirlerin kabul gördüğü bir yer.

Son dönemlerde, özellikle dijital platformlar sebebiyle maksimum seviyelerde benzerliklere itiliyoruz ya da maruz kalıyoruz...

Hayallerimiz insanlar tarafından etkilenebiliyor bazen ve bize ait görünen şeyler bizi yansıtmayabiliyor biz farkında olmadan. Bu sebeple de tatminsizlikler, maymun iştahlılık, tutku eksikliği yaşanıyor çokça...

Geçenlerde üniversiteye hazırlanan bir öğrenci arkadaşım, sınıfındaki tüm kızların psikoloji okumak istediğinden dolayı işinin çok zor olduğunu ve çok fazla rakibinin olduğunu anlatıyordu. Düşündüm de hayallerimiz bile modanın esiri...

İşin tezat yanı, kendi hayatlarımıza bunu yaparken; cesaretle rotası kendi gerçek hayalleri olan orjinal insanlara bayılıyoruz, hayranlıkla takip ediyoruz.

Ya yaratıcılık?

Psikoloji ve nörobilim alanları son yıllarda insanoğlunun en ilginç yeteneklerinden biri olan yaratıcılığa odaklandı...

Yaratıcılık orjinal düşünme, diğerlerinden farklı davranma, bir konuya yeni ve farklı yaklaşımlar getirebilmek iken, eğitim sistemlerimiz maalesef bunu köreltme üzerine kurulu...

Aslında herkeste olan bu özelliği, gözümüzde fazla büyüterek acaba yanlış mı anlıyoruz?
  • Yaratıcılık yalnızca özel insanlara verilmiş bir deha değildir.
  • Yaratıcılığa yalnızca sanatçılar, yazarlar, stilistler, reklamcılar gibi bazı meslekleri icra edenlerin değil, her meslek grubunun hatta ev hanımlarının bile ihtiyacı vardır.
  • Yaratıcılık için hiçbirşeyden esinlenmeden tamamen özgün bir şey yaratmak zorunda değilsiniz.
Dünyanın en yaratıcı kişileri listesine bakın, her biri ya geçmişten, ya birbirlerinden ya da başka prensiplerden etkilenmişlerdir.

İşinize değer katmak için ne iş yapıyorsanız yapın, yaratıcılığa çok ama çok ihtiyacınız var...

Peki daha yaratıcı olmak ne yapabiliriz?  
  • Kendi üzerinizde çalışmaya başlayın...
Herkesin en önemli projesi kendisidir bana göre. Bir yazardan duymuştum: "kendi gelişimi kişinin en yakın dostudur" demişti.
 Eğer yaratıcı olmak istiyorsanız her daim bencilce kendi gelişiminize odaklanın,  kendi yeteneklerinizi güçlendirmeye bakın.
  • Zihninizi özgür bırakın ama öğrenmeyi asla bırakmayın!
"Hayal gücü bilgiden daha önemlidir" demiş Einstein. Bilgi çok önemlidir, hatta herşeyin temelidir. Bu sebeple bilgilenmek pek mühimdir.
Ancak özgür bir hayal gücü ile birleşen güçlü bir bilgi sizi tüm zamanların en iyi fizikçilerinden biri yapabilir...
  • Kendinizi o kadar da beğenmeyin, daha iyisini yapabilirsiniz!
Son zamanlarda herkesin pek bir kendini beğendiğini, kendini olduğundan fazla gösterdiğini ve aslında gerçeğin hiç de öyle olmadığını görüyorum.
Bu çok büyük bir tuzak, hergün daha iyisini yapabilirsiniz. Zorlayın yahu biraz kendinizi, incinmezsiniz...
  • Üstünüze vazife olmayan işlerle de ilgilenin.
İlber Ortaylı son kitabında " Entellektüel, üstüne vazife olmayan işlerle ilgilenen kişidir" demişti. Bu sözü çok sevdim.
Beyninizde yeni kanallar açılmasına izin verin. Yeni öğrendiklerinize, beğendiğiniz şeylere, bir de bu taraftan bakın. Bunları işinizle nasıl birleştirebileceğinizi düşünün. Bırakın alakasız gibi görünen bir konular size ilham versin.
  • Hata yapmaktan korkmayın!
Öğretmeye değil, hata yakalamaya odaklı bir eğitim sistemimiz var ne yazık ki. Bu sebeple çalışmaya başladığımızda da üretimlerimiz geliştirmekten çok, hata yapmamaya yönelik...
Başarı hikayelerinin matematiğine baktığınızda size nasıl düşmediklerini değil, düştüklerinde bununla nasıl başa çıktıklarını ve kalktıklarını anlatırlar.
  • Cesaretli olun.
Kendinize şu soruyu sorun: "Hiç eleşirilmeyecek olsam bu işi nasıl yapardım?"
Filmlere belgesellere kitaplara konu olan yaratıcı biyografilere bakın, hep kendi dönemleri içinde dışlanmış, kabul görmemiş insanlardır.
Örneğin, Barselonayı hayal gücüyle süsleyen dahi mimar Gaudi, döneminin statükocuları tarafından dışlanmış ve deli olarak nitelendirilmiş. Kabul görmeye çalışsaydı nasıl eserler çıkarırdı acaba? 
  • Mükemmelliyetçiliği, egonuzu, beğenilme arzunuzu vestiyere asın.
Yaratıcılığın önündeki engellerden en önemlisi duygusal engellerimiz. Ego, mükemmelliyetçilik, beğenilme ihtiyacı beynimizi defansa geçiren duygular.
Onları mutlaka kendi algınıza göre yeniden tanımlayın, ihtiyaçlarınızla yüzleşin ve onları yönetin.
  • Kazanımlarınızı hikayeleştirin.
Deneyimlerinizden edindiğinizi kazanımlarınızı yazın, anlatın, öğretin...
Yetişkinler en çok yazarak ve başkalarına öğreterek öğreniyor. Öğretirken yeni fikirlerin zihninizde uçuştuğunu göreceksiniz...
  • Mola verin, iç sesinizi dinleyin.
Fark yaratanlar genellikle kendi iç sesine kulak verenlerdir. Kimi bunu yazarken, kimi yürürken, kimi müzik dinlerken yapar.
Ama ne var ki, hayatın koşturması içinde bu hiç de söylendiği gibi kolay değil. Çok yoğun olmak artık çağımızın hastalığı.
Ara sıra duraklayın, kendinize zaman tanıyın ve refresh olun...
  • Çevrenizi çeşitlendirin.
Evet dostlarımız en büyük hazinemiz. Bizi en iyi anlayan, olduğumuz gibi kabul eden yanlarında rahat hissettiğimiz kişiler. Fakat yaratıcılık denen şey rahat ortamları pek de sevmiyor.
Çevrenizi çeşitlendirin, farklı ortamlara girmeyi, farklı kişileri tanımayı onlardan ilham almayı önemseyin.



24 Mart 2019 Pazar

Bana referansını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim...

Referans deyince hepimizin aklına yeni işe girerken ya da bir iş alırken daha önce birlikte çalıştığınız kişi ya da şirketlerin sizinle ilgili görüşleri gelir.
Network her dönem olduğu gibi günümüzde de çok çok önemli bir hadisedir, ama konumuz bu değil... :)

Biz bugün bir karar verirken, bir fikir üretirken ya da bir davranış sergilerken karar mekanizmamızı içerisi mi yoksa dışarısı mı daha çok etkiliyor onu düşünelim birlikte...

İç referanslı mısın, yoksa dış referanslı mı?

Bir düşün, stilini ya da saçını değiştireceksin, büyük bir şey satın alacaksın, işinden istifa edeceksin ya da hayallerinin peşinden gideceksin... Hangisi daha yüksek tonda çıkıyor, iç sesin mi yoksa dış sesler mi? Daha doğrusu sen hangisine daha fazla izin verdiğinde kendini daha rahat hissediyorsun?

Hadi kendine bir sor...

Bir şey alırken başkalarının fikirlerine göre mi karar verirsin; yoksa kim ne derse desin son kararı kendin mi verirsin?

Önemli bir karar aşamasında, kendi kalp ve akıl süzgecin yeterli olur mu, yoksa keşke birisi gelse de benim yerime karar verse mi dersin?

Takdir edilmediğinde kendini başarılı hissetmiyor musun?

Eleştirilmek seni nasıl etkiliyor, ya beğenilmemek?

Eleştirildiğinde bir kulağından girip diğerinden çıkıyor mu yoksa, bu gelişimini nasıl etkiliyor peki?

Kriterleri genelde kim belirliyor? Merkezinde genelde kim var?

Risk almak kulağına nasıl geliyor?

Motivasyonun nelere ya da kimlere bağlı?

Kendi değerlerini biliyor musun?

Şu ana kadar yaşadığın hayatı bir değerlendirecek olsan elalem ne der diye nelerden vazgeçtin, neleri denemedin bile?

Ya da kendi burnunun dikine gittiğin ve kimsecikleri dinlemediğin için keşke dedin mi hiç?

Her konuyu kendi pencerenden değerlendirdiğin konusunda çok mu eleştiri alıyorsun?

Yoksa pencerede seni değerlendiren birileri mi var hep?
.
.
.

Her birimiz doğuştan sahip olduğumuz genetik özelliklerimizle birlikte ailemizden ve çevremizden edindiğimiz deneyimlerimiz doğrultusunda bir takım davranış kalıpları geliştiririz. Bu kalıplar sayesinde kendimize bir konfor alanı oluştururuz.

Şimdi son olarak  kendine şunları sor ve bir karar ver!

Verdiğin cevaplarla yüzleştiğin seni beğendin mi? Beğendiysen doğru yoldasın, devam et...

Beğenmediysen kendi üzerinde çalışmaya var mısın?

10 Mart 2019 Pazar

Cinsiyetçilik ve Kadın

Cinsiyetçilik bir cinsiyetin diğerinden üstün olduğunu savunan görüş olarak tanımlanıyor.
Bu sadece bireysel bir görüş olsa çok da önemli değil, herkes görüşünde özgür nihayetinde. Ancak bu görüş bireysel yerine toplumsal kabul gördüğünde, işte o zaman gelişim en büyük darbeyi alıyor maalesef! Çoğu zaman dünyaya bunu yapmaya ne hakkımız var diye düşünüyorum, erkek egemen bir toplum yaratmak uğruna...

Kadınlar yaratılış itibariyle birçok üstünlüğe sahip olmasına rağmen yıllar boyunca kendisine dayatılan toplumsal roller sebebiyle geri planı atılmıştır.

Son yıllarda tüm dünyada buna daha yüksek sesle itiraz edilmeye başlanması esasında evrimin bir gereği ama yeterli değil.

Her yıl 8 Mart'ta 1 günlüğüne ara verilen ve kalan 364 günde kadını açık açık ya da üstü kapalı şekilde aşağılayan davranışı ya da düşünceyi halâ bir çok yerde gözlemleyebiliyoruz ne yazık ki!

Adına cinsiyetçilik desek de, bu tamamen bir vizyon yoksunluğu, çağ dışılık hatta koskoca bir ahmaklık!
Kendine dev aynasından bakıp karşı cinste olmadığını düşündüğü özellikleri dile getirerek toplumu manipüle etmenin sebebi çok açık ki bilinçaltındaki korkular ve kıskançlıklar.

Sevgili Kadınlar,
 Evren düşünceyi değil eylemi alkışlar.

Bu kadar meziyetli olup varlık sebebi güzelliğe ve seksiliğe, davranış kalıpları kıskançlık ve sinsiliğe indirgenen, annelik duygusu üzerinden sömürülmek suretiyle tüm diğer yetenekleri ekarte edilmeye çalışılan bir organizmayız nihayetinde.

Bu organizma toplumdaki kadın ve erkek bireyleri doğurma ve yetiştirme sorumluluğu gibi evrensel ve ulvi bir görevi varken diğerlerini 2. plana atmış hep, çok da anlaşılabilir. Bu da erkeklerin en büyük şansı olmuş, kendi Fildişi kulelerini yaratma konusunda...

Potansiyelinizin farkında olun.

Hayat başkasının takdirini kazanmaya çalışmak için çok kısa. Zira takdir çıtasının her geçen gün daha da yukarılara çıktığı bu dünya düzeninde...

Sizi değerlendirmesine izin verdiklerinizden adalet beklemeyin. Kendi değerinizi kendiniz belirleyin.

Cesur olun!

Birinin annesi, sevgilisi, eşi olarak arka planda taktikler vermekten, kısıtlanmaktan, kıskanılmaktan daha fazlasıyız, daha fazlasını yapabiliriz, yapmak zorundayız...

Bu yazıyı Aziz Nesin'in hatırasına sonsuz saygılarımı göndererek bitirmek istiyorum:

''Bir kadına ne verirseniz verin, onu daha büyük hale getirir...
Ona sperm verirseniz, size bir çocuk verir;
Ona bir ev verirseniz, size bir yuva verir;
Ona sebze verirseniz, size yemek verir.
Ona bir gülücük verirsiniz, size kalbini verir.
Ona bir şarkı söyleyin size konser verir.
Kendisine verilen herşeyi çarpıp çogaltıp geri verir.
Bu yüzden ona çamur atarsanız. karşılığında bir bataklıkta boğulmaya hazır olun"

Sevgilerimle,