17 Eylül 2017 Pazar

Geribildirim gelişiminiz için paha biçilemez bir hediyedir...

Son yıllarda özellikle iş dünyasında dilimizden düşürmediğimiz ve elbette sosyal hayatımıza da nüfuz etmiş bir kavram olan geribildirim, ilk defa 20. yüzyılın başlarında Avrupa'da mühendislik disiplinleri tarafından tamamen teknik deneyleri geliştirmek üzere kullanılmış.

Detaylı bilgi için: http://webuser.bus.umich.edu/sja/pdf/FeedbackIndResource.pdf

Bu mini tarihsel bilgiden sonra gelelim günümüze...

Batıda 100 yıldan uzun süredir kullanılan bu kavram dilimize İngilizce feedback kelimesinin birebir çevirisi ile yerleşmiş ve maalesef bizim gibi Doğu Batı sentezi bir milletin evlatlarının aklını epey bir karıştırmış...

Neden sonuç ilişkisini zor kabul etmiş yurdum insanı, sonuçlar üzerine sonrasında konuşmaktan pek de hazzetmez aslında. Bizde "napalım oldu bi kere", "olmuşla ölmüşe çare yoktur"lar vardır. Peki bu "olmuş"lar üzerine konuşma hevesi neden??
Geribildirim bize şunu söyler:
Nedenlerin sonuçları etkilediği kadar, sonuçlar da bir sonraki nedenleri etkiler. Yapılan şeyin ne işe yaradığı veya sonuçların ne olduğunu anlamak, bundan sonra ne şekilde yapılması gerektiği ile ilgili fikir verir.
Ve sürekliliği olan bu döngü, gelişimi vaad eder bize..

Olumlusu dostlar başına...

İnsanoğlu yaptığı her şeye anlam katma çabasındadır, yaptığı işin işe yaramasından beslenir. Kaç yaşında ya da hangi tecrübeye sahip olursa olsun hiç fark etmez, eğer bir çaba gösteriyorsa fark edilmek ve işini iyi yapıp yapmadığını bilmek ve onaylanmak ister.

Tam gaz devam edebilmek için önemli bir yakıttır olumlu geribildirim.

Bizden önceki kuşaklar (Y kuşağı öncesi) aman şımarmasın, rehavete kapılmasın, kendini bir şey sanmasın sonra bizi beğenmez gibi düşüncelerle olumlu geribildirim verme konusunda epey bir cimri kalmışlar.

Şükürler olsun ki değişen dünya algısı ile birlikte olumlu geribildirimin kişileri daha iyiye çabalamak konusunda kamçıladığı artık herkesçe öğrenildi. En azından yererek, eleştirerek motive etmenin (ona da isim uydurmuşlar, ters motivasyon) işe hiç yaramadığı tüm dünyada kanıtlandı.

Tabi burada en kritik konu, doz! Pozitifi vurgulamak konusunda ölçülü ve gerçekçi olmalısınız.
Bu işin dozunu kaçırırsanız; ya karşınızda özgüven patlaması yaratırsınız ya da samimiyetinizi kaybedersiniz...

Asıl mesele olumsuz geribildirimde!

Kültürümüzde iyi ilişkiler kurmak ve sevilmek, başarılı olmaya göre daha fazla önemsendiğinden olumsuz geribildirim almak da vermek de bizim için oldukça güçtür.

Olumsuz bir geri bildirim aldığınızda, içinizden "Sana neeee, sen kim oluyorsun???!!!", "Sen kendine/aynaya bakıyor musun??!!", "Fikrini sorduğumu hatırlamıyorum!!" gibi şeyler geçerken, son derece anlayışlı bir şekilde kafa sallayıp gülümsüyorsanız ve en kibar halinizle "haklı olabilirsin(iz)", "saygı duyarım", "hiç böyle düşünmemiştim" ya da " bunu düşüneceğim, çok teşekkürler" gibi kelimeler sarf ediyorsanız medeniyet ve gelişim yolunda çok büyük bir adım attığınız için kendinizi kutlayabilirsiniz.🎉🎉🎉

Tabi aldığınız gerçekten geribildirimse, yani eleştiri değilse ya da arkasında yatan bir kötü niyet yoksa... Çünkü bu farklar kritik! Eleştiri bir yorum ve kişisel bakış açısı iken çoğu zaman egodan ve kendini beğenmişlikten kaynaklanırken, geribildirim gelişiminizin önemli bir parçasıdır ve gerçekleri yansıtır.

E bi de eleştirmek en kolay iş malum, bir de kişinin arkasından yapıldı mıı, oooh ağrımaz başınızı da hiç ağrıtmamış olursunuz...

Aslında geribildirim dediğimiz bu konu maalesef çokça kültürel bir mevzuu. Söylediğim gibi Batı dünyasının bu konuda bizden 10 gömlek büyük olması hiç ama hiç tesadüf değil. Çünkü onlar hayata daha somut, daha hedef, başarı ve performans odaklı bakmaya alışkındırlar. Geribildirimi çok küçük yaştan itibaren almaya ve vermeye, net olmaya odaklı yetiştirilirler. Net olmak, vereceği geribildirimi karşıdakinin yüzüne karşı söylemek erdemli olmanın bir gerekliliği onlara göre.

Bizim toplumumuzda olaylara daha duygusal, daha kişisel bakmak yaygındır. Biz olumsuz geribildirimi kişiliğimize yapılmış bir saldırı olarak algılama, yansıtma ya da reddetme eğilimindeyizdir.

Maalesef "elalem ne der" mantığıyla yetiştirildiğimizden; başkalarının gözünde iyi olmak, gerçekten iyi olmaktan çok daha önemlidir bizim için. Dolayısıyla aldığımız olumsuz geribildirimleri bir prestij kaybı olarak görürüz. Bu da bizde yıkıcı etkiler ve tepkiler oluşturur.

Belki de asla doğru düzgün geribildirim alamadığımızdandır bu durum, kim bilir...
Urfa'da Oxford vardı da biz mi gitmedik? 😏

Almayı öğrenmek kadar nasıl vereceğimizi de öğrenmemiz gerekiyor...

İş hayatında da durum aynen böyledir. Yöneticiler çalışanlarına ya da tam tersi (cesareti olan el kaldırsın) yapıcı, bilgilendirici, geliştirici geri bildirimde bulunmaktan kaçınırlar veya çekinirler.
Hal böyle olunca söylemek istediğimiz şeyleri açık ve şeffaf şekilde söylemek yerine anlatacaklarımızı dolaylı yoldan anlatmayı, şaka yollu söylemeyi, ima etmeyi ya da dedikodu yapmayı tercih ederiz.

Aslında bana göre, bu özgüvensizliğimizin yegane sebebi, empati yaparak bir gün benzer geribildirimle karşılaşmak istemememizdir. Ya da tepki görmekten korkmamızdır.

Profesyonel hayatta şaşkınlıkla karşıladığım ve bizzat yaşadığım örneklerden bir tanesi  herkesin inanılmaz şekilde fazla eleştirdiği bir yöneticime geribildirim verdiğimde bu güne kadar herhangi bir bağlı çalışanından hiç geribildirim almadığını benimle paylaşmasıydı. Dolayısıyla elde ettiği negatif sonuçları hiçbir surette üzerine almıyor her defasında yeni sorumlular buluyordu. Geribildirim vermiyorsanız gelişmiyor diye karşınızdakine kızamazsınız!

Bu işi pek tabi amacına uygun ve doğru bir şekilde yapabiliriz.
Bunun bir çok metodu var. Eğer yöneticiyseniz bunları mutlak surette öğrenmeniz gerekiyor. Eğer profesyonelseniz ilişki yönetimi için öğrenmenizi tavsiye ederim. Lütfen araştırın.

Ve geri bildirim verirken şunları yapmayı ihmal etmeyin:
  • Güven inşa edin.
  • Lütfen ama lütfen iyi niyetli olun, bu işi egosantrik tatminleriniz için kullanmayın!
  • Saygı uyandırın ve saygılı olun.
  • Çok sinirli ve çok mutluyken geribildirim vermekten kaçının. Olayı abartma riskiniz var!
  • Karşınızdakinin özgüvenini ve kişiliğini koruyun. Yapıcı olun, yıkıcı değil!
  • Ses tonunuzu ayarlayın
  • Geribildirim verdiğiniz kişinin ne iş yaptığını gerçekten bilin! Emek vermiş birine geri bildirim verirken biraz vicdanlı olmayı deneyin.
  • Geribildirimi vermiş olmak için değil, gerçekten gerektiği için verin. Gelişim amacı olan bir geribildirim verdiğinizden emin olun
  • Geribildirimi verirken o somut olay ve davranış üzerine verin. Genellemeyin, karşıdakinin kafasını karıştırmayın.
  • Davranışın nasıl düzeltebileceği konusunda karşıdakinden öneri isteyin, onu gerçekten can kulağıyla dinleyin. Gerekirse siz de öneride bulunabilirsiniz. Çok konuşup karşıdakini sıkmayın.
  • Aynı şeyi 40 defa tekrarlamayın.
  • Karşıdakinin geribildirim karşısında rahatsız olduğunu hissediyorsanız konuyu kapatın. Geribildirim için daha uygun bir zaman kollayın.

Eğer dengeli, zamanında, net, empatik, kişiselleştirmeden, yargılamadan, tamamen davranışa odaklı şekilde doğru dürüst bu işi yapabiliyorsak aslında hem karşımızdakine gelişimi için fırsat yaratır, hem ilişkilerimizi geliştirir, kendi işimizi kolaylaştırır, hem de çevremiz için faydalı bir şey yapıyoruz demektir. 

Olumluları enerjinizi, olumsuzları bilincinizi ve becerinizi yükseltecek fırsatlar olarak görün.. Ha unutmadan herkesi dinleyin, ama yalnızca dinlemeye ve uygulamaya değer olanları dikkate alın.

Toplum olarak gelişmek için ise hem yüksek enerjiye, hem de bilinç ve beceri seviyemizin gelişmesine ihtiyacımız olduğunu unutmayın.

Gerçek ve yararlı geribildirimlerle hepbirlikte gelişmek dileğiyle...

Ahsen Göçer
 

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Tatil sonrası sendromunu nasıl atlatırsınız...



Tüm yıl çalıştınız çabaladınız, bahar aylarının gelmesiyle de gönül yaylarınız da gevşemeye başladı haliyle... Her sene olduğu gibi aldı sizi bu yaz nereye gidelim telaşı...

Erken rezervasyondu, yurtiçi, yurtdışı, ölmeden önce görülmesi gereken 100 yer 😊 vs. derken nereye gideceğinize hem bütçenizi hem zamanınızı düşünerek zor da olsa karar verdiniz!

Sonra da başladı pasaport, vize, uçak, otel, alışveriş telaşı... Sonrası ise klasik planlama süreci; gideceğiniz yerin tarihi/özelliği, nereleri gezilir, ne yenir ne içilir de araştırıldıysa artık tamam tatil için hazırsınız!

Veee hasret biter! Yaşasııın, tatilll zamanııı! 🎉🎉🎉

İlk gün odanıza yerleşirken bir sürü gününüz var gibi geliyordu, 3-5 gezme, 3-5 fotoğraf, deniz, kum derkeen... Nasıl yaniiii bitti miii!!! Off yine hiçbir şey anlamadınız ve tabi ki hiç dinlenemediniz!

Ne! Yarın iş mi var! Yarın olmasıııııın diye haykırmak istiyorsunuz.

Size iyi bir haberim var yalnız değilsiniz...

2016 yılında gerçekleştirilen içinde Türkiye'nin ve birçok Avrupa ülkesinin bulunduğu 20 farklı ülkedeki seyahat alışkanlıklarını araştıran bir küresel seyahat anketinde binlerce gezgine tatil sonrasında ne hissettiği sorulmuş. Bunlardan %24'ü eve dönerken stresli olduğunu söylerken, %45'lik önemli bir bölümü de tatilden sonra işe giderken üzgün ve karamsar hissettiklerini söylemişler.

Ancak siz de benim gibi olayı bu kadar da abartmaya gerek yok diye düşünüyorsanız buyurun size tatil sonrası sendromunuzu ortadan kaldıracak 10 öneri:

1. Tatilden geldiğiniz günün hemen ertesi gün işe başlamayın. Eğer fırsatınız varsa mutlaka ama mutlaka toparlanmak için 1 ya da 2 gün kendinize izin verin. Ve tercihen işe başlayacağınız gün pazartesi olmasın aksi halde double pazartesi sendromu garanti benden söylemesi...

2. Tatilde kıyafetler kirlenmiş, eviniz tozlanmış, market alışverişleri vs. bir sürü iş birikmiş olabilir bu çok normal ama kendinizi sakın ev işlerine adamayın! Evde yapılacakları birkaç güne yayın, inanın o işler biraz beklese hiçbir şey kaybetmezsiniz...

3. Tatil sonrası kendinizi eve kapatmayın, hafta sonları için minik kaçamaklar planlayın, şehirde yeni bir şeyler keşfedin ya da şehirden azıcık uzaklaşacak aktiviteler bulun, arkadaşlarınızla sosyalleşin yani yaz ruhunu öyle hemen terk etmeyin. Bu sizi haftaiçi de motive edecektir.

4. İşyerine döndüğünüzde sizi bekleyen dosyalarca işleri yapmaya koyulmadan önce bir yapılacak listesi yapın. Acil ve süreli işleri önceliklendirin, tamamladıkça adaptasyonunuz kolaylaşacaktır.
En zor işlere koyulmadan önce kendinizi hazırlayın! Ama bu hazırlanma işini de abartmayın yoksa sendromunuz bir anda boyut değiştirip işsizlik sendromuna dönüşebilir. 😉

5. Umarım tatil süresince her açıdan çekildiğiniz 100'lerce fotoğrafı sosyal mecralara yükleyip insanları baymamışsınız, hem ayrıca nazar diye de bir şey var di mi ama? (Storie'lere istediğiniz kadar ekleyebilirsiniz onları saymıyoruz. 😊)
Neyse fotoğraf mevzuuna geri dönersek o çekildiğiniz fotoğraflara bakıp bakıp iç çekmeyin, fotoğraflar sizin o keyifli anlarınızı hatırlamanız içindir! Fotoğraflarınızdan beğendiklerinizi ara ara paylaşın. Hem #tbt'ler #tb'ler ne işe yarıyor sanıyorsunuz???
Tatil modunda olduğunuz fotoğraflar elbette çok güzel olacağından alacağınız olumlu yorumlar sizi motive edecektir.

6. Ha bir de yaz mevsimi boyunca tatilde olanları sosyal medyadan izleyip izleyip kıskançlık krizlerine girmeyin. Şu kıskançlık güdünüzü ehlileştirin artık yahu!

7. Tatil süresince elbette yediniz içtiniz, belki o kısacık zamanda tahmin ettiğinizin çok üzerinde bi kilo aldınız, olabilir! Kendinizi lütfen suçlamayın ve suçluluk duygusuyla hemen bulduğunuz en kestirme şok diyete sarılmayın. Hafif hafif arkadaşlarla akşam yürüyüşleri, bisiklet sürme aktiviteleri yapabilirsiniz. Sonrasında kendi hayatınıza uygun bir beslenme programı uygularsınız, acele etmeyin...

8. Tatil dönüşü, hayatınızla ilgili yeni kararlar almak ve uzun zamandır planladığınız ama harekete geçemediğiniz konularda adım atmak için birebirdir. Yani bu döneme bir çeşit mini "Yeni Yıl" muamelesi çekebilirsiniz.

9. Yeni kararlar demişken bir sonraki tatilinin planlarını da yavaş yavaş yapmaya başlayabilirsiniz. Bu size abartı mı geldi? Uluslararası Yaşam Kalitesi Araştırmaları Örgütü Resmi Bülteni’nde (Official Journal of the International Society for Quality-of-Life Studies) yayınlanan bir araştırmaya göre, bir tatilin en mutlu bölümü tatilin kendisi değil, planlama aşaması ve yarattığı heyecan ile beklenti hissiymiş. Madem öyle hadi düşünün bakalım bir sonraki tatilde nereye gideceksiniz...

10. Amaa bunlardan en önemlisi ve en altın tavsiyesi ne diye sorarsanız; sendroma girmemek için ya sevdiğiniz işi yapın ya da yaptığınız işi sevin ve yaptığınız iş/şey üzerinden hayata ve dünyaya değer katmaya çalışın derim.

O zaman tüm sendromlar vız gelir...

Hadi sevgiyle kalın...





3 Temmuz 2017 Pazartesi

Türkiye'de Çalışan Kadın olmak...

Kadın olmanın başlı başına zor olduğu bir ülkede eğer kadın kimliğinizin başına "Çalışan" sıfatı ekliyorsanız, başınıza gelecek türlü saçmalıklara önceden bağışık olma gerekliliğini baştan hesaplamış olmanız beklenir.

Bu güne kadar gerek kendi deneyimlediğim gerekse çevremdeki kadınların yaşadıklarından aldığım izlenimin 3 aşağı 5 yukarı birbiriyle aynı olduğunu üzülerek söyleyebilirim.

O sebeple bu yazıyı; tanıdığım kendine gerçekten güvenen şahane kadınları ve azınlıkta olduğunu düşündüğüm çok iyi yetiş(tiril)miş erkekleri tenzih ederek başlamak istiyorum, onlar kendilerini biliyorlar...

Kadınlar...

Bir kere bu güne kadar lisede, üniversitede, yazlıkta, kışlıkta orada burada sahip olduğunuz o harika kız arkadaşlıklarınızın iş dünyasında enteresan bir boyuta evrildiğini görmeye hazır olun...

Kadın kadının kurdu dediklerinin ne demek olduğunu öğreneceğiniz yegane platforma hoşgeldiniz.

Öncelikle vereceğim en önemli tavsiye sözde kadın hakları aktivistlerini derhal tespit edin! Gaza gelip sakın ola onlara güvenmeye kalkmayın! Bunları nasıl tespit edeceğiz derseniz, oldukça kolay!
Pek çoğu hemcinslerimizden oluşan bu pek sevgili sözde kadın hakları aktivistleri; kadın istihdamını, kadın gelişimini, kadın ile ilgili her konuyu çok önemsediklerini temcit pilavı gibi dönüp dolaşıp her platformda konuşur, milleti artık yıldırır, yaptığı en ufak icraatleri büyütür, takıntılı bir şekilde sürekli bu konudan bahseder, ama pratikte maalesef aynı tutarlılıkta davranmazlar...

İşin özüne baktığında kendine rakip olmayacak, kendine itiraz etmeyecek kadınları destekler, kendine denk ya da herhangi bir özelliğiyle kendinden iyi olanları ellerine geçirirse bir kaşık suda boğar! Eline geçen en küçük fırsatı pek güzel değerlendirip itinayla alaşağı eder! Eğer siz de sinsi ve kinci bir yapıya sahip değilseniz muhakkak kaybedersiniz!
Ve bu şahıslar her ne hikmetse erkek çalışanlarla ve erkek yöneticilerle hep daha iyi anlaşırlar ve çalışırlar, erkek çalışma arkadaşı tercih etmek için hep bir bahaneleri vardır! Ya da erkek gibi kadınlarla...

Hep bir dertleri vardır kadın gibi kadınlarla zaten...
Tıkır tıkır der eleştirirler, fazla süslü, fazla güzel, fazla hassas, duygusal, fazla narin, çıt kırıldım derler, ve daha korkuncu kendi kültür düzeyine göre daha neler neler derler...

Bizim birbirimize yaptığımızı her zaman olduğu gibi başka kimse bize yapmaz!

Erkekler...

Sıra erkeklere gelince onlar daha materyalist yaklaşırlar bu çalışan kadın olayına genelde...

Güzel olmanız bir kadın için büyük bir sorunken bir erkek için elbette hiçbir sakıncası yoktur bu durumun! Hatta çoğunlukla tercih sebebi bile olabilir.

Onların başka dertleri vardır, kadın hakları savunucusu gibi davranmazlar eğer değillerse...
Mesela analitik olmakta zorlanırız çünkü duygusalızdır...
Her zaman kendilerini daha mantıklı ve zeki hissederler, ve o nadide aklın bir tek kendilerinde olduğu yanılgısına düşerler...
Fazla abartıyoruzdur, fazla detaycıyızdır, fazla anaçızdır...
Hatta çoğunlukla bizim duygularımızı bizden daha iyi(!) tahlil ederler!
Ama titizizdir(!). Titiz ve düzenli olmamız gerekçesiyle hangi pozisyonda olursak olalım toplantılarda not tutma, bilgileri konsolide etme gibi angarya işler bize verilir.
Kibar ve narin olduğumuz için zor işlerin üstesinden de gelemeyiz şüphesiz, mutlaka bir desteğe ihtiyaç duyarız!
Onlar ise daha hırslıdır, daha tutkuludur, tuttuklarını koparırlar yaradılış itibariyle...
Yersen...

Hem kadın hem erkekler...

Medeni hallerle ilgili enteresan yorumların adresi hep kadınlardır nedense...

Yeni mezun genç bir hanımefendisiniz ve iş hayatına girdiniz, sizden beklenen hemencecik zengin bir koca bulup işi bırakmanızdır... (bu yorumun daha çok erkekler tarafından gelmesi de şaşırtmasın sizi, kendileri kadın olsa öyle yapacaklardı muhtemelen.)

Nişanlısınız, nişanlandığınız günden itibaren düğünün ne zaman olacağı önem kazanır çünkü potansiyel işi bırakma günü artık çok daha yakındır...

Evlendiniz ve inatla işi bırakmadınız. Bu defa hamile kalacağınız korkusu etrafı sarmaya başlar... Siz istediğiniz kadar hazır değilim, kariyerim, evliliğim şuyum buyum deyin değişmez! Her an hamile kalıp işi bırakma riskiniz vardır...

Eğer bir de o süreçte yani evli ama çocuksuzken iş değiştirmeye kalkarsanız hemcinsleriniz de dahil olmak üzere (asla kimse empati yapmaz bu durumda) hamilelik süreci ve izni denilen süreci gözlerinde öyle çok büyütürler ki, görüşmeniz kendi yetenek ve yetkinliklerinizden çok çocuk planlamadığınızı ikna çabası ile geçer... İşe alımcı ya da patron çok ama çok kişisel bir konuya girdiğinin farkına bile varmaz çoğu zaman! Ve tabiki aşılamaz bu engel(!) sebebiyle işe alınmazsınız...

Siz neşe içinde "çocuk da yaparım kariyer de" şeklinde şakısanız da kimse dinlemez, hele bir o gün gelsin de görürsün, denir...
Ve beklenen gün gelir, hamile kalırsınız. Son sürece kadar çalışacağınızı ve doğum izni biter bitmez işe döneceğinizin sözünü vermeniz tabi ki hiçbir anlam ifade etmez!
Siz doğum yapacak ve çocuğunuzdan ayrılmak istemeyeceksinizdir o yüce iş dünyası gurularına göre...

Doğum yapar, izin döneminiz biter ve işe dönersiniz... Siz misiniz el kadar çocuğu bırakıp kariyer de kariyer diye tutturan!

Bir arkadaşımın erkek yöneticisi, "siz bu çocukları bakıcılara, kreşlere bırakıyorsunuz, yarın da onlar sizi huzurevlerine bıraktığında boşuna ağlamayın!" şeklinde oldukça ileri görüşlü bir fikirle karşılamıştı örneğin.

Bu kadar abartmasalar da etrafınızdaki daha normal kişiler(!) çocuğunuzu evde bırakıp işe geldiğiniz için ya da zaman zaman seyahate gittiğiniz için inceden inceye duygularınızı sömürmekten kaçınmazlar...
Zaten azaba hazır vicdanınız başlar sızım sızım sızlamaya... Siz yine de tüm bunlarla baş eder iş hayatınıza devam edersiniz.

Eğer boşanmış bir kadınsanız, kesin çekilmez birisinizdir, kocanız bile dayanamamıştır size... İşinizi yaparken bir hatanız olursa da bu durum derhal özel hayatınızdaki medeni durum değişikliğinize bağlanır... O durumun bile faturası yalnızca size kesilir, zaten yalnızca kadınlar özel hayatlarındaki problemleri iş hayatına yansıtırlar!!!

Halbuki sizin eş, anne gibi rollerinizin yanında bir de birey kimliğiniz vardır! O birey de yaşamın tüm alanlarında var olduğu gibi iş hayatında da var olacaktır, anlatmaya çalışırsınız, hiçbir zaman anlamayacaklarına karar verdiğiniz noktada bırakırsınız anlatmayı...

Ve eğer tüm bu engellemelere rağmen başarılı olduysanız, kariyerinizde ilerlemişseniz kesin desteklenmişsinizdir, ya torpillisinizdir ya da dişiliğinizi kullanmışsınızdır! Yoksa sizde nerde o kabiliyet nerde o kapasite!

İstatistiklerle Kadın & Kariyer

2016 yılı verilerine göre Türkiye'de erkek nüfusu 40 milyon 43 bin 650 kişi, kadın nüfus 39 milyon 771 bin 221 kişi. Yani nüfusun %50,2’sini erkekler, %49,8’ini ise kadınlardan oluşuyor. Neredeyse eşit!

İstihdam oranına baktığımızda ise Erkek istihdam oranı %65, kadın istihdam oranı %27,5. Yani yarısından az...

Her yerde çalışan çeşitliliği, pozitif ayrımcılık, en azından (fazlasını istemiyoruz ama) kariyerde fırsat eşitliği  naraları atılırken Türkiye'de son 5 yılda kadın yönetici oranı %31'lerden 11 puan düşerek %20'lere geriledi. Yani 4'te 1 oranında...

Dünya Ekonomi Formu 2016 raporuna göre dünyada kadın ve erkeğin iş hayatında eşit temsili için 117 yıla ihtiyaç varmış. Yani neyse ki durum yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada vahim düzeyde! Sevinsek mi?

Hoş ne fark eder! Yaradılış deyin, dişilik deyin, evlilik ya da annelik deyin, ne derseniz deyin... Herkes bir kadının potansiyelini, birden fazla konu ile en iyi şekilde başa çıkabilme yeteneğini ve isterse neler başarabileceğini en azından kendi annesinden dolayı pek tabi çok iyi bilir!
Ve toplum olarak gelişmek için de hem kadın hem de erkeklerin el birliği ile kadına fırsat eşitliği vermesinin zorunluluğunu...

Sizlere tüm zamanların en büyük lideri Atatürk'ün çok sevdiğim sözüyle veda ederken toplum olarak iyileşmemizi ve gelişmemizi diliyorum.

Bakın ne demiş, seçim sizin...

"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?"
Mustafa Kemal ATATÜRK




2 Temmuz 2017 Pazar

Mutluluk...

Mutlu olmak meşakkatli bir iş, bir kere bunu kabul ederek yola çıkmak lazım...

Mutluluğu genellikle hayata pozitif gözlüklerle bakmaya indirgeyip suçu hep psikososyal tarafa atsak da araştırmalar mutluluğun genetik ve biyolojik faktörlerle yüksek düzeyde ilişkili olduğunu söylüyor.

Esasında genetik ile ilişkisi her ne kadar fazlaca hayal kırıklığı yaratsa da yani negatif düşünmeye hazır biz 21. yüzyıl insanının "ben ne kadar uğraşırsam uğraşayım mutlu olamamam, herhalde doğuştan mutsuzum" gibi cümlelerin arkasına sığınarak mutsuz olmaya bir bahane fırsatı daha verse de, sevindirici haber şu ki; yapılan bu araştırmalar insanların genetik olarak bir denge noktasının (set point) olduğunu ortaya koyuyor.
Yani hepimizin doğuştan bir mutluluk noktası olduğunu söyleyebiliriz. Bu cepte!

Mutluluk noktasının azlığı çokluğu mu? Ee o da  birazcık şans, yapacak bir şey yok...

Bir arkadaşım her şeye olumsuz bakanlar için "doğduğuna pişman" diye bir tabir kullanırdı ama konumuz o değil tabiki :)

Bana hormonlarının salgılama oranını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim...

Ah şu hormonlar, bizi yönetmeyi bir bıraksalar...
 
Yine araştırmalar, Vücutta melatonin, seratonin ve endorfin hormonlarının salgılamasının mutluluk üzerinde büyük etkisi olduğu söylüyor.
Mesela iklim değişikliklerinin mutluluğunuzu etkilediğini kendinizde gözlemlemişsinizdir. Çünkü bu hormonlar kış aylarında daha az salgılanıyor ve bu nedenle soğuk kış günleri miskin ve melankolik bir halde geçerken sıcak yaz günlerinde kıpır kıpır, enerjik ve keyifli oluyoruz...
Kuzey kesimdeki ülkelerde intihar sayısının Ekvatoral kesimlerden fazla olmasının nedenlerinden biri de bu olarak gösteriliyor...

Peki, bu hormonlar nedir, ne işe yarar bir bakalım...

Serotonin , insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren bir nörotransmitterdır.. Eksikliğinde depresif, yorgun, sıkılgan bir ruh hali görülür.  
Açlık, yorgunluk, stres, yemek, ışık ve ilaç gibi faktörlerin tamamı insan vücudundaki serotonin düzeyini etkilemektedir. Stres ve düşük kan şekeri serotonin düzeyini düşürürken; oksijen,  içinde aminler bulunan gıdalar (örneğin: peynir, çikolata, portakal, mandalina, domates ) ve içinde triptofan isminde bir çeşit amino asit bulunan gıdalar, (örneğin süt, hindi eti ) serotonin düzeyini yükseltmektedir.
Bunun dışında insan vücudundaki serotonin düzeyini, çeşitli hormonlar da etkilemektedir. Örneğin kadın vücudundaki östrojende (kadınlık hormonu) artma, serotonin düzeyinde de bir artışa neden olmakta; aynı şekilde, kadınların âdet görmeleri sırasında, östrojen hormonlarında düşüş olması, serotonin düzeyini de düşürmekte ve bu durum, kadınlarda migren başlamasına neden olabilmektedir.
Serotonin eksikliğinin depresyon oluşumu üzerinde etkisi vardır.

Melatonin epifiz bezinin pineolasit adı verilen hücrelerinden salgılanır. Biyoritmi (sirkadyan ritm) belirler ya da biyoritm üzerinde etkilidir
Melatonin, kişiden kişiye değişse de yaklaşık olarak 23:00 ile 05:00 saatleri arasında salgılanan bir hormondur. Hormonun temel görevi vücudun biyolojik saatini koruyup ritmini ayarlamaktır. Bunun haricinde melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Bu nedenle lösemi ve diğer kansere yakalananların kesinlikle karanlık ortamlarda yatırılmaları istenmektedir. Yapılan son araştırmalara göre hormonun yaşlanmayı geciktirici etkisi de vardır.

Endorfin, vücutta bulunan morfin; opiat benzeri etki gösteren peptit yapıda hormonlardır. Hipofiz bezi ön lobu tarafından sentezlenir ve salgılanırlar.
İnsan vücudunda ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen hormonlara verilen isimdir. Hormonun işlevi, ağrının şiddetini azaltmak ve vücuda daha az rahatsızlık vermesini sağlamak için sinirleri uyuşturmaktır. Endorfinlerin ağrı kesici etkisi morfinden yaklaşık 30 kat daha fazladır.
Mutluluk hormonu olarak da anılır. Heyecan, ağrı, egzersiz, baharatlı yiyecek tüketimi, seks ve orgazm gibi durumlarda salınımı artış gösterir.(vikipedi)

Ama ben uyarmıştım, mutluluk kolay iş değil diye...

Genetik olarak mutlu olmaya yatkın bir şekilde dünyaya geldin, elde var bir!
Bununla bitmiyor iş, bitse... :)

Hep diyorlar ya "uzun ve sağlıklı bir hayat için" onu yap bunu yap diye, işte bunlar hep "mutluluk hormonları" içinmiş meğer... Aslında baktığında hepsi de aynı kapıya çıkıyor sanki...

Şunları bir denemek lazım, ne kaybederiz?
Mümkünse sıcak bir iklimde yaşayacaksın, neyse ki ülkemizin büyük kısmı bu konuda oldukça şanslı...
Sağlıklı ve dengeli besleneceksin, arada bir de çikolata ile kaçamak yapacaksın mesela, bunu bizzat öneriyorlar... Amaaa sakın zayıflayacağım diye aç kalmayacaksın!
Düzenli egzersiz yapacaksın...
Mümkünse 23:00-05:00 arası karanlık bir ortamda, rahat bir vicdanla uyuyacaksın...
Günlük meselelerden kaynaklanan stresten uzak kalmaya çalışacaksın, daha az endişelenmeye çalışacaksın. (bunu nasıl yapacağımızı ben de araştırmaya devam ediyorum) :)
Hayatta haz aldığın, seni besleyen, ruhuna iyi gelen şeylere ve hobilerine zaman ayıracaksın...
Hayatına anlam duygusu katacaksın, en iyi yaptığın şey ile bu gezegene katkı sağlamaya çalışacaksın.
Henüz keşfedemediysen neyi en iyi yaptığını; kendine döneceksin, arayıp tarayıp bulup, hayata geçireceksin...

Bundan sonrası işin kolay kısmı...
Her gece uyumadan önce o gün yaşadığın sana iyi hissettiren 3 güzel şeyi düşünerek mışıl mışıl uykuya dalacaksın, öyle yaşanan problemlere takılmak yok!
Her sabaha ne kadar değerli olduğunu ayna karşısında kendine itiraf ederek başlayacaksın.
Açacaksın ruhuna iyi gelen, enerji veren müzikleri, o müzik tatlı tatlı çalarken bir yandan hazırlanacaksın...
Evde varsa birileri mutlaka onlara sarılıp, iyi bir gün olmasını dileyerek evden çıkacaksın.
Sonra da gününü öyle geçirmeye gayret edeceksin...

Mutlu başlamak tamam da, bir de sürdürmesi var...
O zaman da yani olumsuz bir durum yaşadığında da başa dönüp "ne kadar değerli bir insan olduğunu ve sen izin vermediğin müddetçe kimsenin seni mutsuz edemeyeceğini" kendine hatırlatacaksın... :)

Sizi her izlediğimde beni acayip mutlu eden "Endorfin hormonunun beyin içindeki hareketini gösteren" bir videoyla baş başa bırakıyorum. Günleriniz bu hormonunun yürüyüşü gibi sakin ve mutlu geçsin...

https://www.youtube.com/watch?v=n7UFDUcstW0

Mutlu kalın...



28 Haziran 2017 Çarşamba

Biraz farkındalık, biraz cesaret...

Yaşamımın bu ve bundan sonraki döneminde farkında olmayı seçiyorum...

Her şeyin farkında olmayı, görmeyi, sebeplerini anlamayı, anladığımı söylemeyi, anlamayanlara anlayana kadar inatla anlatmayı seçiyorum...

34 yaşımda, (ki bence geç bile kaldım) insanların saçma davranışlarını görmezden geldiğimde ya da umursamadığımda hatta bu davranışları anlamaya çalıştığımda, (asla hak vermesem de...) onları incitmemek adına bana ailem tarafından öğretilen şekilde saygılı ve erdemli davrandığımda; onlara, kendime ve dünyaya çok büyük bir kötülük yaptığımı FARKETTİM.

Benim dünyamda saygılı zannettiğim davranış; karşımdakine daha sığ, daha patavatsız, daha haset, çok daha saygısız davranmak için cesaret verirmiş ve hatta böyle olmaktan belki gurur bile duyarlarmış, yeni anladım...

O saygısızlığa samimiyet ya da dobralık diyeni de gördüm, mecburiyet diye mağduru oynayanı da...

Malum insanların size nasıl davranacaklarını SİZ belirlersiniz ya da öğretirsiniz... Bir adım öteye gidiyorum, belki insanların diğer insanlara nasıl davranacaklarını bile SİZ etkileyebilirsiniz.

Rahatsızım!

İnsanların işini, eşini kaybetmemek, çevresindekilerin desteklerinden yoksun kalmamak için cesaretsiz davranmalarından, doğru bildiklerini söyleyememelerinden...

Daha konforlu yaşamak, daha çok sevilmek, takdir edilmek için dalkavukluk yapmalarından, el etek öpmelerinden...

Türlü riyakarlık,  kendilerine güvenen insanlara umut tacirliği yapanlardan öte yandan sahip olmak istediği o lüks hayatı elde etmek uğruna da tahmin bile edemeyeceğimiz ödünler verenlerden...

Verilen ödünleri görmesine rağmen, bunu normalize edenlerden, o lüks hayatlara özenenlerden hatta kendi hayatları ile kıyaslayıp sırf bu yüzden mutsuz olanlardan...

İnsan görünümlü duygu yoksunlarından, sözde "eşitlikçilerden", sözde "etiklerden", sözde "pozitif ayrımcı/ feministlerden" (tanıdığım büyük çoğunluğu, kadınları çılgın gibi kıskanıyor ve engelliyor), sözde "özel yaşama saygı duyanlardan", sözde "yardımseverlerden"...

Başkalarının hayatlarını yargılayanlardan, sorgulayanlardan, kıskananlardan...

Egolarını tatmin etmek için mevkilerini, paralarını ve güçlerini kullanarak başkalarının üstüne basanlardan, egoları hiç doymayanlardan...

Başkalarının fikrini çalanlardan, emeğini yağmalayanlardan, gözünün içine baka baka seni aptal yerine koyduklarını zannedenlerden, utanmadan hatta sesi bile titremeden yalan söyleyenlerden...

Ve eğitimli/eğitimsiz, çalışan/çalışmayan, yüksek mevkilerde ya da değil hiç fark etmez, bu insanları hayatın farklı farklı alanlarında sürekli görmekten fena halde RAHATSIZIM!

Biliyorum siz de rahatsızsınız! O halde ihtiyacımız olan sadece biraz FARKINDALIK biraz CESARET! Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılıktan kurtulmak! O yılanı yüreklendirmeyin, yoksa bir gün mutlaka size de dokunacaktır. Sonra ben izin verdim, ben yaptım diye dövünürsünüz benden söylemesi...

Ben artık hiçbir şeyi görmezden gel(e)meyeceğim! Şimdiden çevreme vereceğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim, zaman zaman gerçekleri duymak rahatsız edebilir çünkü...

Sizi de yanıma beklerim...