Anne olunca anlarsın...
Bu güne kadar bu sözü ne çok duydum, anneme her itirazımda... Dünyanın en saçma sözü gibi gelirdi bana.
Anne olmama sayılı günler kaldığı şu günlerde bebeğimle ilgili kurduğum her hayalde bu söz aklıma geliyor.
Annem... Hayatımdaki en büyük şansım.
Bir bakışıyla beni hücrelerime kadar çözümleyen, ne hissettiğimi saniyesinde anlayabilen, gözyaşlarımı yanında en rahat akıttığım, beni her koşulda en iyi anlayan kişi, sırdaşım...
Her anımda yanımda olan, beni benden ve herkesten daha çok düşünen, seven, elimi asla bırakmayacağından emin olduğum en yakın dostum...
O dimdik, güçlü, kararlı duruşunun altındaki kırılganlığı ve hassaslığı yalnızca onu çok iyi tanıyanlar bilir. Öyle naiftir ki aslında...
Ama çocukları söz konusu olunca tüm dünyayı karşısına alır, hiç tereddüt etmeden...
Beceriklidir, tüm sevdiklerini biraraya getiren muhteşem sofralar hazırlar bize ve tüm sevdiklerine...
10 kaplan gücündedir, yorulsa da belli etmez, hiç şikayet etmez, herkese ve herşeye yetişir benim annem...
Tüm başarılarımızda katkısı vardır, akıllıdır... Eğlencelidir, sosyaldir, bakımlıdır. Ne yaparsa mutlaka en iyisini yapar. Kısacası benim idolümdür. O kimselere benzemez, çok özel ve güzel bir insandır...
Sahi Anneciğim, anne olunca anlayabilecek miyim, nasıl böyle olunduğunu? Ben de senin gibi çocuğum için büyük bir şans olabilecek miyim? Ama sen nasılsa yanımdasın değil mi? Bana öğretirsin nasıl böyle mükemmel anne olunduğunu...
25 Eylül 2013 Çarşamba
19 Eylül 2013 Perşembe
Sen öğrenmezsen hayat öğretecek...
Hepler hiçler içeren büyük sözlerimiz var hayatlarımızda. Aslalar, her zamanlarla başlayan cümlelerimiz...
Ben şöyleyim, böyleyim, değişemem, ben istersem olur, istemezsem olmaz. Ben, ben, ben...
Küçük tanrıçalar olarak ortalarda gezinip duruyoruz, herşeyin bize bağlı olduğu yanılgısıyla.
Hoş, gün geliyor büyük konuştuğumuz herşey bir bir karşımıza çıkıyor , bizi tepetaklak ediyor. Ediyor da biz anlıyor muyuz orası tam bir muamma?!
Eğer anlamaya, öğrenmeye, değişmeye hazırsak işimiz kolay, hazır değilsek işte o zaman yandık!
Hayat her defasında karşımıza benzer olaylar çıkaracak demektir bu. Biz aynı problemleri farklı farklı şekillerde yaşayıp duracağız, nedenini bir türlü anlamadan...
Sonra başlayacağız yakınmalara:
Kimse bizi anlamayacak, hep kazık yiyeceğiz, sürekli haksızlığa uğrayacağız, hep bu negatiflikler bizi bulacak, şanssızız işte yapacak bir şey yok!
Bazı insanların da hep nasıl bu kadar şanslı olabildiğini anlayamayacağız.
Biz neden öyleyiz, onlar neden böyle diye hayıflanacağız.
Aslında nedeni basit, nedeni biziz. Kenar ve köşelerimiz, önyargılarımız, dev aynalarımız, korkularımız, bağımlılıklarımız, gözümüzde büyütmelerimiz, takıntılarımız, o büyük büyük konuşmalarımız...
Oysa bilmeliyiz ki; hayatımızda birşey oluyorsa, bize birşey öğretmek için. Olmuyorsa ya o şeyi öğreneceğiz sonra olacak ya da olmaması daha hayırlı...
Ondan sonra o çok istediğimiz işe, aşka, başarıya, paraya ve istediğimiz her neyse o şeye kavuşacağız. O şanslı insanlar kervanına katılacağız.
Aksi halde kendimizi yiyip bitireceğiz, bir ömür...
Ben şöyleyim, böyleyim, değişemem, ben istersem olur, istemezsem olmaz. Ben, ben, ben...
Küçük tanrıçalar olarak ortalarda gezinip duruyoruz, herşeyin bize bağlı olduğu yanılgısıyla.
Hoş, gün geliyor büyük konuştuğumuz herşey bir bir karşımıza çıkıyor , bizi tepetaklak ediyor. Ediyor da biz anlıyor muyuz orası tam bir muamma?!
Eğer anlamaya, öğrenmeye, değişmeye hazırsak işimiz kolay, hazır değilsek işte o zaman yandık!
Hayat her defasında karşımıza benzer olaylar çıkaracak demektir bu. Biz aynı problemleri farklı farklı şekillerde yaşayıp duracağız, nedenini bir türlü anlamadan...
Sonra başlayacağız yakınmalara:
Kimse bizi anlamayacak, hep kazık yiyeceğiz, sürekli haksızlığa uğrayacağız, hep bu negatiflikler bizi bulacak, şanssızız işte yapacak bir şey yok!
Bazı insanların da hep nasıl bu kadar şanslı olabildiğini anlayamayacağız.
Biz neden öyleyiz, onlar neden böyle diye hayıflanacağız.
Aslında nedeni basit, nedeni biziz. Kenar ve köşelerimiz, önyargılarımız, dev aynalarımız, korkularımız, bağımlılıklarımız, gözümüzde büyütmelerimiz, takıntılarımız, o büyük büyük konuşmalarımız...
Oysa bilmeliyiz ki; hayatımızda birşey oluyorsa, bize birşey öğretmek için. Olmuyorsa ya o şeyi öğreneceğiz sonra olacak ya da olmaması daha hayırlı...
Ondan sonra o çok istediğimiz işe, aşka, başarıya, paraya ve istediğimiz her neyse o şeye kavuşacağız. O şanslı insanlar kervanına katılacağız.
Aksi halde kendimizi yiyip bitireceğiz, bir ömür...
16 Eylül 2013 Pazartesi
Baby Shower Partimin ardından...
Hamileliğimin başından bu yana arkadaşlarım bir yandan, sevgili kardeşim diğer yandan baby shower planları yapıyorlardı. Şurada mı yapsak burada mı yapsak, şu tarih mi bu tarih mi diye hesap yapıp duruyorlardı.
31. haftada evdeki hesap çarşıya uymayıp pat diye yatay konuma geçmek durumunda kalınca tüm planlar da suya düştü. Çünkü yataktan kalkmak yasak(tı)! Dinleyene... :)
Fakat sevgili oğlum bize bir kıyak yapıp 4 hafta boyunca sakin sakin karnımda büyümeye karar verince (malum kendi kararlarını şimdiden kendisi veriyor) hadi dedim hiçbir şeyden eksik kalmayayım, kendime evde bir baby shower partisi düzenleyeyim. :))
Hemen bir davetli listesi hazırlayarak işe başladım. Bizim kızlar da organizasyonu duyar duymaz hemen birşeyler üstlenmek istediler.
Onların da destekleriyle bir menü oluşturduk. O birbirinden leziz kanepeleri Pınarcım yaptı. Kekimiz Semoş'umun ellerinden, ee o bir anne... Tavuk salatamız Duyguşuma ait,Tolga gerçekten çok şanslı...:) Tatlımızı ise Yengemiz Feyza yaptı. Yeme içme deyince anne eli değmeden olmaz. O muhteşem tadlar da onların eseri...
Kızlar herşey çok harikaydı, ellerinize sağlık. Bugün diyet yasak!!
Diğer tüm detayların organizasyonu ile ben ilgilenmek istedim. Madem kalkamıyorum yatarak yapılacak süslemeler de bana ait. Ne keyifliymiş... Tabi yardımcılarım sevgili kardeşim Aslı ve kocacım Burak sağolsunlar hem çok sabırlı hem de çok zevkliydiler. :))
Parti için seçtiğim Pasta, Pasta Bahçesine sipariş verildi. Tam istediğim gibi yapmışlar...
Kurabiyelerimizi Şule Dalyan yaptı. Kurabiyeler hem çok şirin hem de lezzetliydiler. :)
Bebek sabunlarımı MissRA yaptı. Miss gibi tatlı mı tatlı sabunlar...Bu miniklere kızlar da bayıldılar...
Parti oyunlarımızı bizzat ellerimle hazırladım. Annenin göbek ölçüsü, anneyi kim daha iyi tanıyor/hamilelik süresince kim onu daha iyi dinlemiş sorularına cevap bulduk. :)))
Bebeğimin yiyeceği mamaları tek tek test edip, içinde ne var oyunları oynadık, tek tek tavsiyeler aldım.:) Bizim beğenmediğimizi bebeğimiz de yemesin...
Sonrasında oğlumuzun bir türlü karar veremediğimiz adı hakkında anket bile yaptık. Ege mi Can mı? Merak edenlere: sonuç Can çıkmış olmasına rağmen biz hala kararsızız. :)
İtiraf edeyim oyunlarda performanslar süperdi. :))
Kızlar bebeğimi birbirinden güzel ve orjinal hediye yağmuruna tuttular. Çok teşekkür ederizz :))
31. haftada evdeki hesap çarşıya uymayıp pat diye yatay konuma geçmek durumunda kalınca tüm planlar da suya düştü. Çünkü yataktan kalkmak yasak(tı)! Dinleyene... :)
Fakat sevgili oğlum bize bir kıyak yapıp 4 hafta boyunca sakin sakin karnımda büyümeye karar verince (malum kendi kararlarını şimdiden kendisi veriyor) hadi dedim hiçbir şeyden eksik kalmayayım, kendime evde bir baby shower partisi düzenleyeyim. :))
Hemen bir davetli listesi hazırlayarak işe başladım. Bizim kızlar da organizasyonu duyar duymaz hemen birşeyler üstlenmek istediler.
Onların da destekleriyle bir menü oluşturduk. O birbirinden leziz kanepeleri Pınarcım yaptı. Kekimiz Semoş'umun ellerinden, ee o bir anne... Tavuk salatamız Duyguşuma ait,Tolga gerçekten çok şanslı...:) Tatlımızı ise Yengemiz Feyza yaptı. Yeme içme deyince anne eli değmeden olmaz. O muhteşem tadlar da onların eseri...
Kızlar herşey çok harikaydı, ellerinize sağlık. Bugün diyet yasak!!
Diğer tüm detayların organizasyonu ile ben ilgilenmek istedim. Madem kalkamıyorum yatarak yapılacak süslemeler de bana ait. Ne keyifliymiş... Tabi yardımcılarım sevgili kardeşim Aslı ve kocacım Burak sağolsunlar hem çok sabırlı hem de çok zevkliydiler. :))
Parti için seçtiğim Pasta, Pasta Bahçesine sipariş verildi. Tam istediğim gibi yapmışlar...
Bebek sabunlarımı MissRA yaptı. Miss gibi tatlı mı tatlı sabunlar...Bu miniklere kızlar da bayıldılar...
Parti oyunlarımızı bizzat ellerimle hazırladım. Annenin göbek ölçüsü, anneyi kim daha iyi tanıyor/hamilelik süresince kim onu daha iyi dinlemiş sorularına cevap bulduk. :)))
Bebeğimin yiyeceği mamaları tek tek test edip, içinde ne var oyunları oynadık, tek tek tavsiyeler aldım.:) Bizim beğenmediğimizi bebeğimiz de yemesin...
Sonrasında oğlumuzun bir türlü karar veremediğimiz adı hakkında anket bile yaptık. Ege mi Can mı? Merak edenlere: sonuç Can çıkmış olmasına rağmen biz hala kararsızız. :)
İtiraf edeyim oyunlarda performanslar süperdi. :))
Kızlar iyi ki geldiniz, iyi ki varsınız.
Sevgili Oğlum,
Acemi Anne ve Baban,
Anneannen,
Çılgın Teyzen,
Ve tüm ailen
Seni merakla bekliyoruz...
9 Eylül 2013 Pazartesi
Durucuğum'a...
Kızlar grubumuzun en miniği, biriciği, ilk göz ağrısı.
Bugün birinci sınıfa başladın, oysa ilk doğduğun zamanı çok iyi hatırlıyorum. O dönemde annenle yeni tanışıyorduk, sen de cin gibi gözlerle etrafı seyreden bir bebektin...
Zaman ne çabuk geçiyor...
Bu sabah hepimizi duygulandırdın, birlikte çekildiğimiz küçüklük resimlerine baktık birlikte. Sen de, biz de ne çok değişmişiz.
Az kahrımızı çekmedin bizim, tabii bizim de senin üzerinde emeğimiz çok, kabul et! Barlarda restaurantlarda sandalyeleri birleştirip, şalları battaniye yapıp az uyutmadık seni. Sayemizde Adana'da bilmediğin mekan kalmadı.:))
Evdeki şarap partilerinde şarap bardağındaki vişne suyunla bizlere eşlik ettin. Bizle kuaföre geldiğinde o çok kıymetli sıramızı sana verip büyük fedakarlık yaptığımız günleri nasıl unutabilirsin?
Evet sensiz aktivitelerimiz de oldu ama onlar sadece baba-kız kaynaşmalarınız için yapılan organizasyonlardı. Her seferinde başarıya ulaşamasa da... :))
Neyse konumuza dönelim.
Durucuğum, sana okulla ilgili vereceğim birkaç iyi birkaç da kötü haberim var:
Öncelikle en yakın arkadaşların olan bizlerden başka bir dolu arkadaşın daha olacak. Onlarla dost olacaksın, sırlarını paylaşacaksın, bazen kavga edeceksin, sonra affedeceksin, seni üzenler de olacak, çok mutlu edenler de...
İlk aşkların Burak ve Ejder'den sonra :)) gerçek aşkı tadacaksın. (Sema, bu kısmı Hasan okumasın!)
Gezeceksin, eğleneceksin, güzel günler seni bekliyor.
Okul denen süreç resmi olarak bugün başladı ama bir ömür boyu sürecek, uyarmadı deme! Bu süreçte yeni şeyler öğreneceksin, ufkun genişleyecek, dünyan renklenecek... Evet itiraf etmek gerekirse bazen sıkılacaksın, oflayıp pufladığın zamanlar da olacak ama başarının tadını aldığın zaman tüm bunlara değermiş diyeceksin. Biliyorum, hatta eminin çok başarılı olacaksın.
Belki bundan sonra bizi arkadaşlık mertebesinden "annemin arkadaşları" mertebesine geçirirsin. Bizi dışlarsın, hakkındır.:)
Ama bizi ihmal etme! Kızlar grubumuzun en genç üyesi olarak ve sorumlulukların olduğunu unutma. Bizi güncel tut, demode olduğumuzda gerikafalılık yaptığımızda bizi uyar. Sakın bizi beğenmemezlik yapma, çünkü senden beklentimiz büyük.
Seni çok seviyoruz.
En yakın arkadaşların (şimdilik)
Bugün birinci sınıfa başladın, oysa ilk doğduğun zamanı çok iyi hatırlıyorum. O dönemde annenle yeni tanışıyorduk, sen de cin gibi gözlerle etrafı seyreden bir bebektin...
Zaman ne çabuk geçiyor...
Bu sabah hepimizi duygulandırdın, birlikte çekildiğimiz küçüklük resimlerine baktık birlikte. Sen de, biz de ne çok değişmişiz.
Az kahrımızı çekmedin bizim, tabii bizim de senin üzerinde emeğimiz çok, kabul et! Barlarda restaurantlarda sandalyeleri birleştirip, şalları battaniye yapıp az uyutmadık seni. Sayemizde Adana'da bilmediğin mekan kalmadı.:))
Evdeki şarap partilerinde şarap bardağındaki vişne suyunla bizlere eşlik ettin. Bizle kuaföre geldiğinde o çok kıymetli sıramızı sana verip büyük fedakarlık yaptığımız günleri nasıl unutabilirsin?
Evet sensiz aktivitelerimiz de oldu ama onlar sadece baba-kız kaynaşmalarınız için yapılan organizasyonlardı. Her seferinde başarıya ulaşamasa da... :))
Neyse konumuza dönelim.
Durucuğum, sana okulla ilgili vereceğim birkaç iyi birkaç da kötü haberim var:
Öncelikle en yakın arkadaşların olan bizlerden başka bir dolu arkadaşın daha olacak. Onlarla dost olacaksın, sırlarını paylaşacaksın, bazen kavga edeceksin, sonra affedeceksin, seni üzenler de olacak, çok mutlu edenler de...
İlk aşkların Burak ve Ejder'den sonra :)) gerçek aşkı tadacaksın. (Sema, bu kısmı Hasan okumasın!)
Gezeceksin, eğleneceksin, güzel günler seni bekliyor.
Okul denen süreç resmi olarak bugün başladı ama bir ömür boyu sürecek, uyarmadı deme! Bu süreçte yeni şeyler öğreneceksin, ufkun genişleyecek, dünyan renklenecek... Evet itiraf etmek gerekirse bazen sıkılacaksın, oflayıp pufladığın zamanlar da olacak ama başarının tadını aldığın zaman tüm bunlara değermiş diyeceksin. Biliyorum, hatta eminin çok başarılı olacaksın.
Belki bundan sonra bizi arkadaşlık mertebesinden "annemin arkadaşları" mertebesine geçirirsin. Bizi dışlarsın, hakkındır.:)
Ama bizi ihmal etme! Kızlar grubumuzun en genç üyesi olarak ve sorumlulukların olduğunu unutma. Bizi güncel tut, demode olduğumuzda gerikafalılık yaptığımızda bizi uyar. Sakın bizi beğenmemezlik yapma, çünkü senden beklentimiz büyük.
Seni çok seviyoruz.
En yakın arkadaşların (şimdilik)
6 Eylül 2013 Cuma
Modern Hayatlar ve Sendromları
Hayatlarımız her konuda başarılı olma, mükemmelliği yakalama üzerine kurulu.
Herbirimizin üzerinde öyle bitmez tükenmez baskılar var ki, sürekli bir sonraki adıma doğru koşuyoruz ya da koşturuluyoruz, şuursuzca...
Buna bizi zorlayan bazen toplum, çevremiz oluyor, bazen de bu mecburiyetleri bizzat kendimiz yaratıyoruz. Ahh o onaylanma beğenilme duygusu yok mu?!!
Kendimize durmadan yeni roller biçiyoruz, yeni hedefler koyuyoruz.
Birinin çocuğu, birinin kardeşi, birinin arkadaşı, karısı, iş arkadaşı, aktivite arkadaşı, annesi/babası, müdürü/patronu, rol modeli vs. vs...
Saydığım tüm bu rollerde başarılı ve kusursuz olma çabamız var.
Sonra gelsin sendromlar...
Pazartesi sendromu, tatil sonrası sendromu, süper anne sendromu, 30/40 yaş sendromu, tükenmişlik sendromu ve birçokları...
Pazar gününden Pazartesi sendromumuz başlıyor. Pazartesi'ne asık suratlarla ya da en iyi ihtimalle ciddi ifadelerle başlıyoruz. Amacımız: para kazanmak, üretmek. Ne kadar üretebilirsek...
30/40 yaşına kadar şunu yapmış olmalıyım, bu pozisyonda olmalıyım diye kendimizi yiyip bitiriyoruz. Olamazsak bunalımlara giriyoruz.
Anne olmak istiyoruz. Anne olunca da hem iş, hem aile, hem annelik görevlerini dört dörtlük yerine getirme psikolojisiyle omzumuzda bir vicdan azabı ile yaşar hale geliyoruz. İşteyken evi, evdeyken işi düşünüyor, hiçbirinde kendimizi yeterli hissedemez hale geliyoruz.
Eğlenirken, arkadaşlarıyla vakit geçirirken çocuğuna karşı sorumluluklarını aksattığını düşünüp o anı kendine zehir eden arkadaşlarım bile var.( Allah'ım beni bu takıntılı düşüncelerden koru :) )
Kariyerli, sosyal, bakımlı, becerikli, mükemmel anne/eş olmak istiyoruz. Kim istemez...
Ama sonuç?? Karşınızda nur topu gibi bir tükenmişlik sendromu...
Herşeye ve herkese yetişmeye çalışan, hayır diyemeyen, tüm bunları (normal olarak) yerine getiremeyen kişi kendini bitmiş tükenmiş hissediyor. Kimsenin onu anlamadığını takdir etmediğini düşünür hale geliyor ve sonsuz bir yalnızlık hissi içine giriyor.
Peki hayatta mükemmel insan olma gibi bir ihtimal var mı?
Elbette hedeflerimiz, ideallerimiz, bir rotamız olsun ama asıl amacımız mutlu ve huzurlu olmak değil mi?
Peki neden bu bitmez tükenmez hırs?
Halbuki üretiyoruz, ailelerimizle,eşimizle dostumuzla paha biçilmez zamanlar geçiriyor, sosyalleşiyoruz.
Hadi biraz farklı birşey yapalım, bir nefes alalım. Farkındalığımızı arttırıp her anımızın tadını çıkaralım, kaygılarımızı bir kenara bırakalım, hayatlarımızı kutsayalım.
Herbirimizin üzerinde öyle bitmez tükenmez baskılar var ki, sürekli bir sonraki adıma doğru koşuyoruz ya da koşturuluyoruz, şuursuzca...
Buna bizi zorlayan bazen toplum, çevremiz oluyor, bazen de bu mecburiyetleri bizzat kendimiz yaratıyoruz. Ahh o onaylanma beğenilme duygusu yok mu?!!
Kendimize durmadan yeni roller biçiyoruz, yeni hedefler koyuyoruz.
Birinin çocuğu, birinin kardeşi, birinin arkadaşı, karısı, iş arkadaşı, aktivite arkadaşı, annesi/babası, müdürü/patronu, rol modeli vs. vs...
Saydığım tüm bu rollerde başarılı ve kusursuz olma çabamız var.
Sonra gelsin sendromlar...
Pazartesi sendromu, tatil sonrası sendromu, süper anne sendromu, 30/40 yaş sendromu, tükenmişlik sendromu ve birçokları...
Pazar gününden Pazartesi sendromumuz başlıyor. Pazartesi'ne asık suratlarla ya da en iyi ihtimalle ciddi ifadelerle başlıyoruz. Amacımız: para kazanmak, üretmek. Ne kadar üretebilirsek...
30/40 yaşına kadar şunu yapmış olmalıyım, bu pozisyonda olmalıyım diye kendimizi yiyip bitiriyoruz. Olamazsak bunalımlara giriyoruz.
Anne olmak istiyoruz. Anne olunca da hem iş, hem aile, hem annelik görevlerini dört dörtlük yerine getirme psikolojisiyle omzumuzda bir vicdan azabı ile yaşar hale geliyoruz. İşteyken evi, evdeyken işi düşünüyor, hiçbirinde kendimizi yeterli hissedemez hale geliyoruz.
Eğlenirken, arkadaşlarıyla vakit geçirirken çocuğuna karşı sorumluluklarını aksattığını düşünüp o anı kendine zehir eden arkadaşlarım bile var.( Allah'ım beni bu takıntılı düşüncelerden koru :) )
Kariyerli, sosyal, bakımlı, becerikli, mükemmel anne/eş olmak istiyoruz. Kim istemez...
Ama sonuç?? Karşınızda nur topu gibi bir tükenmişlik sendromu...
Herşeye ve herkese yetişmeye çalışan, hayır diyemeyen, tüm bunları (normal olarak) yerine getiremeyen kişi kendini bitmiş tükenmiş hissediyor. Kimsenin onu anlamadığını takdir etmediğini düşünür hale geliyor ve sonsuz bir yalnızlık hissi içine giriyor.
Peki hayatta mükemmel insan olma gibi bir ihtimal var mı?
Elbette hedeflerimiz, ideallerimiz, bir rotamız olsun ama asıl amacımız mutlu ve huzurlu olmak değil mi?
Peki neden bu bitmez tükenmez hırs?
Halbuki üretiyoruz, ailelerimizle,eşimizle dostumuzla paha biçilmez zamanlar geçiriyor, sosyalleşiyoruz.
Hadi biraz farklı birşey yapalım, bir nefes alalım. Farkındalığımızı arttırıp her anımızın tadını çıkaralım, kaygılarımızı bir kenara bırakalım, hayatlarımızı kutsayalım.
3 Eylül 2013 Salı
Kız arkadaşlarım can dostlarıma...
Çocukluktan çok çok küçüklükten ya da gayet büyüdüğümü düşündüğüm dönemlerden beri hayatımdalar.
Yerine göre dünyayı da kurtarırız, geyiğin dibine de vururuz... :))
Hayatıma farklı farklı zamanlarda girme nedenleri farklı bir dolu anı biriktirmek için, hepsi birbirinden özel olan...
Yazılı olmayan kurallarımız vardır bizim. İyi günlerimize,kötü günlerimize ya da çok normal günlerimize müthiş anlamlar kattığımız anlarımız...
Kahkahalarımız, gezmelerimiz tozmalarımız, yemelerimiz içmelerimiz, ömrümüzü uzatan dedikodularımız, kehanetlerimiz, fallara kalmış umutlarımız, bitmek bilmeyen planlarımız projelerimiz vardır. Birimize yamuk yapanın vay haline, o kişi sonsuza dek kara listenin en başında yerini alır.
Birlikte aldığımız kararlarımız, büyük sözlerimiz, o sözlerden U dönüşleriyle dönüşlerimiz vardır.
Birlikte değişiyoruz büyüyoruz, yaşımız kaç olursa olsun...
Hayallerimizi, aşklarımızı, başarılarımızı, başarısızlıklarımızı, duvara toslamalarımızı sonra yeniden ayağa kalkışlarımızı hep birlikte yaşarız biz.
Bizde yoktur öyle kabuğuna çekilmek falan... Birbirimizi gaza getirmeyi de, kimsenin söylemeye cesaret edemediklerini söylemeyi de hak görürüz kendimize.
Yerine göre dünyayı da kurtarırız, geyiğin dibine de vururuz... :))
Herbirimizin kendi etraflarımızda dönen küçük dünyalarımız olsa da, biliriz ki kötü anlarımızda bir telefon kadar yakınızdır birbirimize, ne kadar uzak olursak olalım. Tabiii iyi anlarımızı kutlamaya da bir o kadar hevesliyizdir...
Kız arkadaşlarım can dostlarım, onlar benim şanslarım kıymetlilerimdir. Beni ben yapanlardır ve iyiki hayatımda olanlardır...
2 Eylül 2013 Pazartesi
Karakterin kaderin...
Bugün ev istirahatimin 14. günü.
Dinlenmek, hiç kalkmadan yatmak, kitap okumak, tv seyretmek, internetten alışveriş yapmak, sürekli sosyal medyada takılmak,yayılmak, stressiz ortam o kadar uzak kavramlardı ki benim için....
Ama şimdi günler günleri kovalıyor anlamıyorum bile. Laf aramızda buna feci halde ihtiyacım varmış.
Çalışırken yorgunluktan öldüğüm günler olurdu, o günlerde dahi "Ahsen, dayan, bugün yapman gereken acil bir sürü iş var, sen yapmazsan kim yapacak hemen hazırlan, doğru işe!" diye bir gayret kalkardım. İşten çıkışta koşturmam devam ederdi, evle ilgili sorumluluklar, arkadaşlar, yürüyüş, yoga yapılacaklar devam ederdi...
2 hafta önce doktorum "Ahsen bu işin şakası yok, bundan sonra yataktan kalkmadan dinleneceksin, bebeğin her an gelebilir ve daha çok erken" deyip beni önce hastaneye yatırıp sonra da doğum iznimi başlattığında plan delisi olan ben "Eyvah! Birşeyler kontrolüm dışına çıkıyor" diye fena halde panik olmuştum.
Ama insan o kadar enteresan bir mekanizma ki herşeye anında adapte olabiliyor. Hatta şimdi "yapılacak ne çok iş varmış,nasıl yetişecek!" demeye başladım. Okunacaklar, araştırılacaklar, alınacaklar, yıkanacaklar, odası, perdesi, şekeri, kurabiyesi, albümü... Hergün yeni eksikler çıkıyor, ajanda tutmak zorunda kalıyorum...
Tabi bir yandan da işyerini pat diye bırakmak zorunda kaldığım için oraya her gün hatrı sayılır bir zaman ayırmak zorunda kalıyorum. Eee boşuna plan delisi olmadım ben!
Uzun lafın kısası insan hiçbir zaman tarzından ödün vermiyor, o artık senin karakterin oluyor. Mükemmelliyetçiysen mükemmelliyetçisin, üreticiysen üreticisin!
Her koşulda...
Dinlenmek, hiç kalkmadan yatmak, kitap okumak, tv seyretmek, internetten alışveriş yapmak, sürekli sosyal medyada takılmak,yayılmak, stressiz ortam o kadar uzak kavramlardı ki benim için....
Ama şimdi günler günleri kovalıyor anlamıyorum bile. Laf aramızda buna feci halde ihtiyacım varmış.
Çalışırken yorgunluktan öldüğüm günler olurdu, o günlerde dahi "Ahsen, dayan, bugün yapman gereken acil bir sürü iş var, sen yapmazsan kim yapacak hemen hazırlan, doğru işe!" diye bir gayret kalkardım. İşten çıkışta koşturmam devam ederdi, evle ilgili sorumluluklar, arkadaşlar, yürüyüş, yoga yapılacaklar devam ederdi...
2 hafta önce doktorum "Ahsen bu işin şakası yok, bundan sonra yataktan kalkmadan dinleneceksin, bebeğin her an gelebilir ve daha çok erken" deyip beni önce hastaneye yatırıp sonra da doğum iznimi başlattığında plan delisi olan ben "Eyvah! Birşeyler kontrolüm dışına çıkıyor" diye fena halde panik olmuştum.
Ama insan o kadar enteresan bir mekanizma ki herşeye anında adapte olabiliyor. Hatta şimdi "yapılacak ne çok iş varmış,nasıl yetişecek!" demeye başladım. Okunacaklar, araştırılacaklar, alınacaklar, yıkanacaklar, odası, perdesi, şekeri, kurabiyesi, albümü... Hergün yeni eksikler çıkıyor, ajanda tutmak zorunda kalıyorum...
Tabi bir yandan da işyerini pat diye bırakmak zorunda kaldığım için oraya her gün hatrı sayılır bir zaman ayırmak zorunda kalıyorum. Eee boşuna plan delisi olmadım ben!
Uzun lafın kısası insan hiçbir zaman tarzından ödün vermiyor, o artık senin karakterin oluyor. Mükemmelliyetçiysen mükemmelliyetçisin, üreticiysen üreticisin!
Her koşulda...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)